İnsanlar, binlerce yıldır birbirlerine hikayeler, masallar anlatıyor, şiirler okuyor ve haber veriyorlar. Yıllar geçtikçe, hikaye anlatma teknikleri de gelişiyor.
1850’lerin sonlarında başlayan telsiz ses iletme çabaları, 1900’lerin başlarında ‘radyo’nun ortaya çıkmasını sağladı. Evet ilk telsiz ses iletiminde düzenlilik, süreklilik ve dolayısıyla bir yayıncılık yoktu.Pek çok bilim insanının katkıları ile günümüzdeki anlamıyla radyo, tam 100 yıl önce yani 1920’lerde ortaya çıktı.
Daha sonra giderek profesyonelleşen bir ‘’yayıncılık’’ kavramı gelişti. Yıllar içerisinde radyo, hem dünyada hem de Türkiye’de gelişti, değişti, dönüştü.
1950 ve 60’li yıllarda ‘radyonun resimlisi, yani televizyon çıktı, radyo bitiyor’ denildi.
2000’lerde ‘internetle radyo devri kapandı’ denildi.
Ama öyle olmadı.
Radyo, teknoloji geliştikçe var olmaya devam etti.Üstelik, teknolojiye ayak uydurarak var oldu.
Önce uydu radyosu ile televizyondan radyo dinlemeye başladık,
Daha sonra internet radyosu ile bilgisayardan.
Ve son yıllarda da telefondan, mobil uygulamalardan radyo dinliyoruz. Karasal yayını olmayan radyoları da araçta bluetooth ile dinlemek mümkün artık. Bu yüzden dijital radyo diye bir kavramla tanıştık.
ve şimdilerde bambaşka bir yayıncılık türünden söz ediyoruz: Podcast.
Aslında o da sesli bir içerik. Özü itibariyle radyo gibi. Sadece canlı yayın değil, daha önceden kaydedilmiş, düzenlenmiş ve yayınlanmış olan bir sesli içerik Podcast.
Yani sesin kaydedilmesi, belli formlarda düzenlenmesi, ses efektleri ile ve müzikle desteklenmesi ve iletilmesi.
Yani 1850’lerde başlayan insanoğlu’nun sesini iletme çabalarının günümüzdeki karşılığı.
Bütün bu 100 yılı aşkın hikâyenin bir ortak noktası: ses
Ben buna ‘sesin gücü’ diyorum.
İnsan, sayısını bilmediğimiz kadar çok duygu yaşıyor. Her duygumuzu beden dilinin vs ötesinde temelde sesimizle karşımızdakine hissettiriyoruz.
Böylesine güçlü bir organla, ki sesimiz bir organımızdır, hikaye anlatmayı seviyoruz?
Prof. Dr. Aysel Aziz, Radyonun bazı işlevlerinden söz eder: Bence o işlevler bugün podcast için de geçerli.
Haberdar etme, bilgi verme, bilinçlendirme, eğlendirme, ürün ve hizmetleri tanıtma. Savaş dönemlerinde propaganda amaçlı olarak kullanıldığını da dipnot olarak düşelim.
Bütün bu işlevler harika bir şekilde yerine getirilmiş ve getiriliyor.
Ama sadece sesle. Tabii ki kolay olmamış.
Yayıncılık teknikleri geliştirilmiş, yeni programlar ve formatlar üretilmiş.
Bu formatlardan belki de en önemlisi radyo tiyatrosu!
yeni neslin pek bilmediğini gördüğüm, eskilerin özlemle andığına şahit olduğum bir format bu.
Sesli hikaye anlatımı radyo programlarında ‘radyo tiyatrosu ile başladı’
İşte bu radyo tiyatroları günümüzde ‘podcast dizisi’ olarak karşılık buluyor.
Ama o eski radyo tiyatrolarının tadını verir mi bilinmez. Onu o tadı almış olanlara bırakalım.
Günümüzde yeni şeyler deneyenleri de takdir edelim.
Radyo tiyatroları, oyuncular, ses, efekt gibi pek çok unsurun bir araya gelmesi ile oluşuyor.
Bu sebeple bir hikayenin anlatımında pek çok işitsel eleman kullanılıyor.
İnsanın gözünü kapattığında adeta önünde gerçekten yaşanıyormuş gibi hissettiriyor.
Televizyon, en çok hayal gücünü sınırladığı konusunda eleştiriliyor. Özellikle çizgi filmleri düşünün. Size orada görsel bir alan çizilir, sadece onları izlemeniz istenir. Radyo ise sesli bir anlatım yapar, resim çizmeyi sizin hayal gücünüze bırakır.
Sesli hikaye anlatıcılığının gelişiminde radyonun rolü gerçekten değerli.
Çünkü radyo, sesle kalbe dokunuyor.
Çocukluğumuza dair hatırladığımız en güzel anlar, soba etrafında babamımızı, annemizi dinlediğimiz anlardır genelde. Ya da büyüklerimizin okuduğu masalları hatırlarız. kıssadan hisseler kalmıştır zihnimizde. Çünkü bütün bu hikayeler, aslında gönlümüze, duygularımıza dokunmuş ve iz bırakmıştır.
Radyo, sesli hikaye anlatıcılığında kalbe dokunmanın en etkili araçlarından biri.
ama tabii ki radyo burada yalnız değil.
Sesli hikaye anlatıcılığının gelişmesinde önemli olan bir diğer konu da toplumun yapısı bence. Bizim gibi sözlü kültür geleneği baskın olan toplumlarda, okuma yerine dinleme daha yaygındır.
Eskiden okuma yazma oranı zaten düşüktü. Şimdi yüksek ama kitap okumaktan çok tv izliyor, radyo dinliyoruz.
ya da şöyle diyelim: video izliyor, podcast dinliyoruz.
Toplumun inançları, değerleri, anlayışları, kabulleri, sınırları hep sözle anlatılagelir. Şiirler, hikayeler, denemeler, fıkralar, türküler bu sözlü kültürün parçalarıdır. Walter J. Ong, Sözlü ve Yazılı Kültür adlı çalışmasında iki kültür arasındaki farkları güzel analiz eder. Özellikle sözlü kültürdeki hikayelerin, kulaktan kulağa aktarılan, kişisel deneyim ve ifadeleri de içeren bir yapısı olduğunu anlatır. Oysa yazılı kültür de düzenlenmiş, değiştirilmiş ve genellikle daha resmi bir form vardır.
Sonuç olarak;
sesli hikaye anlatıcılığı, geçmişten günümüze gelen ve geleceğe akan bir değer. İnsanlar, kendilerini, deneyimlerini, öykülerini anlatmaktan vazgeçmeyecek.
Hatta artık markaların da hikâyesi var. Yoksa da oluşturuluyor yani. Çünkü hikayesi olmayan, kalbe dokunamıyor.
Hikaye anlatıcılığının her yöntemi kullanılmak isteniyor. Bu çerçevede sesli hikaye anlatıcılığı da teknolojik gelişmelere göre form değiştirse de devam edecek.
Dün radyo tek başınaydı, bugün podcast, sesli kitaplar eklendi ve yarın belki başka bir şey.
Önemli olan sesinize hangi duyguları giydirdiğiniz, hangi tonu biçtiğiniz ve dahası
ne söylediğiniz?
Yani hikayeniz, insanların kalplerinde yer ediyor mu?
—
İsmail Mücahit Aydemir 21.12.2023